42 gün boyunca her gün ona söyleyeceklerimin provasını yapıp, aynı kafeye gittim. İlk gün, onun kalbime aktığı saatte, birbirini bir dizin gibi izleyen diğer günlerde kafenin açılışını ve kapanışını ben yaptım diyebilirim ama onu göremedim. Kimseye de sormadım, soramadım. Onlara ne diyeceğimi bilemiyordum. İnsanlarla göz göze gelmekten uzun zaman önce vazgeçtim ben. Tanımadığım insanların karşısına geçip gözlerinin içine bakarak konuşmak benim için hep çok zor olmuştur. Sebebini sorgulamadım hiç. Bunu bir tercih olarak gördüm ama o 42 gün bunu yapabilmeyi istedim. "Nerede, neden gelmiyor, iyi mi" demeyi istedim ama yapamadım. Onu bir kez daha görebilmeyi her geçen gün delicesine istedim ama delirmedim. Hayatım boyunca kimse için böylesine görünür olmak istememiştim. Bir kez gördüğüm bir kadının hayatım olacağını ve geri kalanını benden çalacağını bilmiyordum. Bunu da öğrenecektim.
Eve dönüp kendimi kıyafetlerimle yatağa attığım her gece; eskiden hiçbir anlam ifade etmeyen ve uzun zamandır yapılmamış boyasından açık griye dönmüş tavana, gözlerimle gözlerinin resmini çizdim. İnsanı delip geçen siyah gözlerinin, dünyayı umursamazca bakışını resmettim. Her gece o agresif siyah saçlarının dalgalarını tek tek parmaklarımla ayırdığımı hayal ettim. Altındaki damarları rahatlıkla görebileceğiniz incecik beyaz teninin, gözlerini ve saçlarını nasıl zıtlıkla vurguladığını düşündüm. Ve zihnimdeki fotoğrafıyla daldım rüyalarıma.
Ah rüyalar, bazen gerçeklere üstün geliyorsunuz..
pamir